Tesadüflerle Şekillenen Bir Yol: Murat Göçe ile Teknolojiden Medyaya, Yapay Zekâdan Kuantuma
19.12.2025

 

KÖKLER, EĞİTİM VE KISMETİN ŞEKİLLENDİRDİĞİ KARİYER

Murat Bey, bazı röportajlarınızı izledim, okudum. Çoğu iş odaklı; ama ben biraz daha farklı bir yerden giriş yapmak istiyorum. Murat Göçe gibi etkileyici bir kariyer inşa edebilmek için nasıl bir aile ortamında büyümek gerekir? Çocukluğunuzdan, ailenizden biraz bahseder misiniz?

Ailem mutlu bir aileydi, sevgiyle büyüdüm. Ancak eğitimimi sağlamak dışında, ailemin kariyerime çok ciddi anlamda bir katkısı olduğunu düşünmüyorum. Annem ilkokul mezunuydu, babam ise lise mezunuydu. Biri devlet memuruydu, diğeri de hemşireydi diyebiliriz. Halktan insanlardı. Bizi tanıştırabilecekleri, “promote” edebilecekleri bir çevremiz yoktu.

Ama şuna inanıyorum: Sevgiyle büyüyen çocuklar hayata genelde bir adım önde başlıyor. Benim de böyle bir şansım oldu.

Peki mesleğinizi seçmede neyin etkisi oldu ?

Liseyi bitirdiğim ilk yıl üniversite sınavları çok zordu. O dönem makine mühendisi olmak istiyordum. İlk sene kazanamadım. Okulda başarılı bir öğrenci olmama rağmen herkesin “Nasıl olur, sen nasıl kazanamazsın?” demesi üzerimde inanılmaz bir baskı oluşturdu.
İkinci sene sınava girdiğimde daha düşük puanlı iki yıllık bölümleri yazdım; elektrik-elektronik gibi… Aslında böyle bir hayalim hiç yoktu. “İki yıllık okul, düşük puan” diye düşünürken Boğaziçi Üniversitesi’ni kazandım. Yani yüksek puanla girdim; daha iyi yerler yazsaydım onları da kazanabilirmişim.

İki yıllık okula başladım. Sonrasında iş hayatına atıldıktan beş yıl sonra Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği bölümünü bitirdim. Mühendis oldum ama arada yedi–sekiz yıllık bir fark var. Açıkçası mesleğimi oturup seçmedim; kendiliğinden şekillendi.

Teknik eğitim almış biri olarak teknoloji sektörüne yönelmeniz doğal. Peki medya işine nasıl girdiniz? Yayıncılığa başlama fikri nereden çıktı?

İlk iki yıllık üniversitem teknisyen yetiştiriyordu. Mezun olanlar genelde telekom gibi firmalarda çalışır, telefon hatları çeker, santrallerde görev alırdı.

Ama şans eseri, o dönemin sayılı bilişim firmalarından biri (İNFO A.Ş) okula geldi ve öğrenci tavsiyesi istedi. Ben okulun en iyi öğrencilerinden biri değildim ama kötü de değildim; ortalarda bir seviyedeydim. Bölüm başkanı hocamla ilişkimiz çok iyiydi, hocam beni tavsiye etti.

Böylece teknisyen olmayı düşünürken bir anda bilişim dünyasının içine girdim. Hiç planlamadığım bir şekilde bilişimci oldum. 2013 yılına kadar çeşitli bilişim firmalarında çalıştım; sektörde yapmadığım görev kalmadı, masanın her tarafında oturdum.

2013’te BThaber’den genel müdür olma teklifi geldi. O dönem işim yoktu, maddi durumum da pek parlak değildi; kabul ettim. Bir sene sonra şirketin o zamanki sahipleri birer birer ayrılınca şirket bana kaldı. Yani hiç planda yokken bir medya şirketim oldu. Üzerinden de 12 yıl geçti; bu süreçte artık bir gazeteci, bir medya insanı haline geldim.

Her yerde kısmetin bir rolü olmuş diyebiliriz.

Evet, öyle oldu.

 

TEKNOLOJİ MEDYASI VE YAPAY ZEKÂNIN BASIN ÜZERİNDEKİ BASKISI

Teknoloji odaklı medya kuruluşlarının geleceğini nasıl görüyorsunuz? Yapay zekânın ciddi bir baskısı var. Sizce işler nereye gidiyor?

Aslında yapay zekânın medya sektörü üzerinde kuracağı baskı, ilk sinyalini kâğıdın ortadan kalkmasıyla vermişti. Dijitalleştikçe kâğıt geri plana itildi. Bana göre hâlâ kâğıdın değeri ve kalitesi tartışılmaz; çok daha kıymetli bir mecra. Ancak artan maliyetler, kâğıt üzerinde gazetecilik yapanları bitirdi. Pek çok firma kapanmak zorunda kaldı. Artık gazete satışlarını bile pek görmüyoruz.

BThaber gazetesi devam ediyor ama bu daha özel bir durum; teknoloji alanındaki marka değeri bunu mümkün kılıyor. Medya, kâğıttan dijitale geçip yeni bir yol ararken bu kez karşımıza yapay zekâ çıktı.

Bence insan faktörü hiçbir zaman bitmeyecek ama gazetecilik ciddi şekilde zarar görecek. Örneğin BThaber’de “Yapay Zekâ Editörü” köşesi yapıyoruz. “Bana blokzincirle ilgili bir haber yap” diyorsunuz; birkaç saniye içinde dünyanın her yerine bakıp bir sayfalık haber çıkarabiliyor. Bu anlamda gazeteciliğin zarar göreceği çok net.

BThaber Ekibi

Ama yapay zekânın baktığı kaynaklara haberi girenler yaşamaya devam edecek. Yani anlık haber üreten, sahadan veri sağlayanlar… Buna karşılık, sadece başka kaynaklardan derleyerek medya üretmeye çalışanlar büyük ölçüde ortadan kalkacak. Kendi haberini üreten gazeteciler — araştırmacı gazetecilikte, teknoloji, sağlık gibi alanlarda — varlığını sürdürecek. Ajanslar kalır, gazeteler ise büyük oranda azalır diyebiliriz.

Son zamanlarda “Yapay zekâ balonu patlayacak” diyenler var. Bir de ‘’Gelişim bu seviyede kalacak’’ diyenler… Siz ne düşünüyorsunuz?

Ben bu işle uğraşan birçok insanla sürekli iletişim hâlindeyim; hem teknoloji firmalarıyla hem de kullanıcılarla. Bir kesim “Çok konuşuluyor ama ortada bir şey yok” diyor, “balon patlayacak” görüşünü savunuyor. Ben böyle düşünmüyorum. Bu yorumlar genelde yapay zekâ projeleri hakkında yeterince bilgi sahibi olmayanlardan geliyor.

Size iki örnek vereyim.

Birincisi: Çelik üretiminde çok yüksek sıcaklıklarda demir eritiliyor. Yapay zekâ, bu eriğe bakarak çeliğin nihai hâlindeki kalitesini söyleyebiliyor. Üretimdeki insanlar şunu söylüyor: “40 yıllık ustalar gelsin, uzmanlar gelsin; eriğe bakıp böyle bir tahmin yapmamız imkânsız.” Yapay zekâ ise ürün daha üretilmeden kalitesini öngörebiliyor.

İkincisi: Bir market zincirinde meyve-sebze reyonunda kameralar var. Sürekli meyve ve sebzeyi tarıyor; bayatlamaya, çürümeye yakın olanları tespit ediyor. Yan yana duran ürünler birbirine zarar verecekse “Bunlar yanlış konulmuş” diye uyarı veriyor. Müşteri poşeti unutmuşsa onu bile söylüyor. Daha da önemlisi, stok azalınca otomatik olarak depoya iş emri gönderiyor.

Bu, işletme açısından inanılmaz bir şey ve bunu insanlardan bekleyemezsiniz. Dolayısıyla ortada bir “balon” yok. Yapay zekâ hayatımıza gümbür gümbür geliyor. Yakın zamanda hepimiz yapay zekâyı çok daha yoğun şekilde göreceğiz, hissedeceğiz ve yaşayacağız.

 

SİBER GÜVENLİK, REGÜLASYONLAR VE KUANTUM UFKU

Şimdi biraz güvenlik tarafına geçelim. Biz SearchInform olarak sizin radarınıza nasıl girdik?

Ben aslında 2000 yılından itibaren güvenlikle çok ilgilendim. 2008–2013 yılları arasında Kaspersky’nin Türkiye Müdürüydüm. Dolayısıyla DLP dâhil pek çok ürün zaten hep radarımdaydı.

Yine tesadüf… Bu alana girmiş bir firma vardı. SearchInform satıyorlardı ve benden danışmanlık istediler. “Olur tabii” dedim; sevdiğim, güvendiğim insanlardı.

Sonra ortaklardan biri ayrıldı, diğeri de işi bıraktı. “Murat Abi, sana mı kaldı?” derken bir baktım şirket benim olmuş.

SearchInform’u ürün olarak o zaman detaylıca araştırdım; çok da beğendim ve satışından da umutluyum. Güvenlik tarafında iyi ürün–kötü ürün diyecek kadar bilgim var; gerçekten de iyi bir ürün.

Üstelik bugünün şartlarında gerçekten ihtiyaç duyulan bir çözüm olduğunu düşünüyorum; çünkü iç tehditlerde artış gözlemleniyor ve bu nedenle içeriden gelen riskler daha sık karşımıza çıkıyor. Saldırganların yöntemleri de giderek daha karmaşık ve güçlü hâle geliyor. Bu yüzden şirketlerin bu konuyla kurum içinde sistemli ve proaktif şekilde mücadele etmesi şart. Bu ürün de bunun için adeta bir ilaç.

Ama ilişkimizi başlatan şey, dediğim gibi, tamamen tesadüf oldu.

Kaspersky geçmişiniz nedeniyle sormak isterim: Sizce Türkiye’de siber güvenlik ekiplerinin göz ardı ettiği temel sorunlar neler? Bir de “çok ciddi sanılan ama aslında o kadar da kritik olmayan” konular var mı?

Bunun birkaç yönü var. Eskiden kullanıcı bilinçsizliği çok daha fazlaydı; bu durum büyük ölçüde azaldı. Eğitimler, yaşanan olaylar ve medyanın etkisi bu konuda ciddi katkı sağladı.

Bugün asıl sıkıntı patronlar, işverenler ve iş yeri sahipleri tarafında. Başta genelde “Bu kadar büyük harcamaya gerek yok” yaklaşımı oluyor. Maliyetler yüksek, bu da IT ekiplerinin ve güvenlik profesyonellerinin elini kolunu bağlıyor. Ta ki başlarına bir şey gelene kadar…

Murat Göçe

Maalesef bizde “sorun yaşanmadan tedbir alma” alışkanlığı çok güçlü değil. Bunu sağlık sigortasına benzetebilirsiniz; Türkiye’de çoğu insan sağlık sigortası yaptırmaz. Aynı mantık siber güvenlikte de geçerli.

Peki güvenlik alanındaki yasaların sertleşmesinin faydası var mı sizce? 

Var, kesinlikle var. Siber Güvenlik Başkanlığı kuruldu. Bu tür adımlar, kurumları en azından belli bir seviyeye kadar güvenliği sağlamak zorunda bırakıyor.

Zamanında çok kıymetli yönergeler, el kitapları yayımlandı; “Nasıl yapacaklar, nelere dikkat edecekler” gibi konularda yol gösterici dokümanlar hazırlandı. Bu anlamda doğru yolda ilerlediğimizi düşünüyorum. Ben bu düzenlemelerin gerekliliğine inanıyorum.

Ve son olarak şunu sormak istiyorum: Önümüzdeki beş yılda teknoloji ve onun bir parçası olan siber güvenlik sizce nasıl değişecek?

Burada çok kritik bir fenomen var: Kuantum teknolojisi. Kuantum bilgisayarların kullanımıyla ilgili ciddi bir konuşma, yatırım ve gelişme trafiği var. Eğer kuantum bilgisayarlar gerçek anlamda kullanıma açılırsa, bugüne kadar bildiğimiz tüm güvenlik önlemleri ve çözümleri… hepsi çöpe gider.

Kuantum gelirse her şey baştan yazılır. Gelmezse, bugünkü düzen büyük ölçüde devam eder: Hacker’lar bir adım önde olur, güvenlik firmaları arkadan yavaş yavaş takip eder. Çok radikal bir değişim yaşanmaz.

Ama kuantum gelirse ne olur… Bunu kestirmek mümkün değil. IBM bu alana ciddi yatırım yapıyor, Google’ın önemli çalışmaları var. Üç yıl sonra hayatımıza girebilir. Yapay zekâyı da üç yıl önce bu kadar konuşmuyorduk; bir anda hayatımızın merkezine yerleşti. Bir bakmışız, kuantum bilgisayarlar da çıkmış.

O zaman sadece güvenlik değil, bildiğimiz her şeyi yeniden düşünmek zorunda kalırız. Çok büyük bir dönüşüm olur. Böyle bir senaryoda ne olacağını açıkçası ben de bilmiyorum.

Gerçekten çok büyük dönüşümlerin eşiğindeyiz; hayırlısı.

Kesinlikle katılıyorum. Değerli paylaşımlarınız ve bu faydalı sohbet için çok teşekkür ederiz, Murat Bey.
 

Letter Yararlı makaleler ve beyaz kitaplar almak için abone olun. Sektör trendlerini ele alıyor ve veri sızıntıları ile siber olaylarla nasıl başa çıkılacağı konusunda öneriler sunuyoruz.